Tarihçi İlber Ortaylı, Hürriyet gazetesindeki yazısında İstanbul’daki yangınların tarihi eserler için oluşturduğu tehlikeyi yazdı. Ortaylı’nın yazısı şöyle:
Ne yazık ki (İstanbul’da) camilerimizin etrafındaki ahşap yapılar geçmişte olduğu gibi bugün de tehlike teşkil ediyor. Son yangın Tahtakale’de çıktı. Yanı başında 16’ncı asrın ünlü eserleri var. Özellikle Tahtakale, Rıza Paşa yokuşu ve Küçükpazar, merdivenaltı sanayi yüzünden risk altında.
İstanbul yangınları tarihte meşhurdur. Maalesef 16., 17. ve 18. yüzyıllarda büyük tahribat yapan, şehrin büyük kısmını götüren yangınların arkası 19. yüzyılda da kesilmemiştir. Tanzimat’ı ilan eden padişahın ve Mustafa Reşid Paşa gibi devlet adamlarının önemli bir hedefi vardı: Şehirlerimizi ama hassaten payitahtı kâgirleştirmek. Resmi binalarda Babıâli’den başlayarak, ki bu Başbakanlık ve Dışişleri Bakanlığı’nı içerirdi, Defterdarlık, ardından Maarif-i Umumiye, Sıhhiye, 19. yüzyılda ilk Meclis-i Umumî, birtakım okullar, Sultanahmet Meydanı’ndaki Defter-i Hakanî (Tapu Kadastro), Ticaret ve Maadin Nezareti (bugün rektörlük yakın zamanlarda Ticaret Akademisi) gibi sayısız bina yeniden kâgir olarak yapılmıştır. 19. yüzyılın ünlü mimarlarından Fossati biraderlerin de imzasını taşıyan bazı binalara İran Sefareti de katıldı.
DIŞI KÂGİR İÇİ AHŞAP
Beyoğlu ise kâgirdi fakat bu yangını önleyemedi, çünkü şehrin büyük kısmı halen ahşaptı ve kâgir binaların da iç yapıları maalesef ahşap aksamlıydı. Yangınlar geçen asırlarda olduğu gibi 19. hatta 20. yüzyılda büyük Aksaray yangınında olduğu gibi yüzlerce haneyi kül etti, içindeki Osmanlı medeniyetinin toplumsal hayatımızın göstergesi olan nice el işleri, sanat eserleri, mobilya ve tabii ki kütüphaneler tarumar oldu. Kâtip Çelebi’nin ünlü kütüphanesinden eser yoktur. Bütün asırlar boyu yangınlara dayanan sadece Topkapı Sarayı’nın kütüphanesidir. Bu nedenle 18. asırda kütüphaneler süratle kâgire çevrildi. Ragıp Paşa, Atıf Efendi, Çemberlitaş gibi. Süleymaniye Kütüphanesi Kanuni Sultan Süleyman’ın ve Mimar Sinan’ın bir hediyesidir.
RAHAT UYUNAMAZ
Ne yazık ki camilerimizin efradındaki ahşap yapılar o gün olduğu gibi bugün de bir tehlike teşkil ediyor. Bunlardan “Taş yapıya ne olur” demeyin, ünlü Fatih Camii 18. asır depreminde yıkıldı ama depremin dışında yangınlarda minare külahları tutuşan, etrafındaki bazı külliye kısımları yanan camiler vardır. Şu sıra son yangın Tahtakale’de çıktı. Yanı başında 16. asrın ünlü eserleri var. Bunlar bugün yangına karşı korunaklı ama çarşıların görünümü hiç de hoş değil. Oralarda da yangından büyük zarar görülebiliyor.
Özellikle Tahtakale, Rıza Paşa Yokuşu ve Küçükpazar gibi yerler maalesef merdiven altı sanayi dediğimiz, çeşitli kimyasal maddelerin depolandığı, plastik hammaddesinin bulunduğu, kullanıldığı yerler durumundadır. Buralarda tabii tüpgazın kullanılması da hiç tavsiyeye şayan bir durum değil. Bütün bunlara karşı hangi tedbirlerin alındığını belediyenin açıklaması gerekir. Göreceksiniz ki pek rahat uyunacak durum yok. Ayrıca Kapalıçarşı’nın etrafındaki sokaklar fevkalade dar, betonlaşan Tavukpazarı bölümünde de öyledir. Bu sokakları genişletme imkânı yok, bilhassa Haliç’le Süleymaniye arasındaki bölgede dar sokakları açmanın ananeyle pitoresk görünümle çelişeceği açık. Bu nedenle sokakların kâgirleşmesi lazım ve yapı izinleri buna göre verilmelidir.
KIPIRDAMA NİYETİ YOK
Her işkolunun her yerde çalışması caiz değil. Maalesef altın atölyelerinde olduğu gibi kendilerine sur dışında yer gösterilenlerin bile yerlerinden pek kıpırdamaya niyetleri yok. Oralarda şehrin su altı kanallarının kimyasal artıklarla kirlendiği bunun sadece zehir değil, aynı zamanda tahribat yarattığı seneler önce tartışılmıştı. Birçok zanaat dalları 16. asırdakilerle aynı ismi taşısalar da aynı şey değiller. Çünkü kullandıkları malzeme tahripkâr. Bütün bunların üzerinde ilk anda duruluyor. Yer değişimi için faaliyete geçiliyor, seçimi beğenmiyorlar. Arkadan da bir edebiyat başlıyor: Perşembe Pazarı’nda vantilatör yahut ziraat malzemesi satılmayacak mı? Kapalıçarşı’da altın işlenmeyecek mi diye sızlanma başlıyor.
YENİDEN İHYA EDİLMELİ
Bütün Küçükpazar semti, Süleymaniye’nin eteklerindeki ahşap yapılar, bilhassa Tahtakale semtinin elden geçirilmesi, klasik 18. asır taş yapı tarzında yeniden ihya edilmesi veya kâgir yapıların yangına karşı dayanaklı hale getirilmesi şart. Yangını söndürecek itfaiyemiz ve cesur itfaiyecilerimiz var. Ama bu onların hayatının kaybına aldırış etmeden bildiğimizi okumayı affettirmiyor.
OSMANLI’NIN İTALYA’YA SEFERİ
Fatih’in 1461 yılında Karadeniz’de Pontus üzerine Gedik Ahmed Paşa’yı görevlendirerek yaptığı sefer zaferle sonuçlandı; Trabzon Rum İmparatorluğu ilhak edildi. Bu seferin getirdiği külfet ve oyalanma Fatih’in İtalya üzerindeki planlarını yavaşlatmış görünüyor. Belki de Türk tarihinin ve Fatih’in İtalya’daki projelerinin önlenmesi için bir geciktirmeyi teşkil etmiştir. 1480 yılında Fatih, Gedik Ahmet Paşa’yı İtalya seferiyle görevlendirdi. Paşa, Arnavutluk’ta Avlonya’yı üs olarak kullandı. Dahası Adriyatik’te İtalya’nın en uç noktasındaki, topuktaki Puglia eyaletine ve Otranto’ya çıkış için Adriyatik’te bazı Ion adalarını da bu arada fethetmiştir.
SÜRATLİ KUŞATMA VE FETİH
Nitekim bundan dolayı temmuz ayında Avlonya’dan hareket eden donanmanın 28 Temmuz’da Apulya’ya çıkışı üzerine Napoli Kralı I. Ferdinand’ın elinde olan Otranto’nun 11 Ağustos’ta ele geçirildiği görülür. Süratli bir kuşatma ve fetih hareketidir. Burada Osmanlı toplarının Güney İtalya karşısındaki üstünlüğü de görülür. Şüphesiz ki şehirde direnen ileri gelen komutanlar idam edildi, bir kısmı esir alındı. Otranto üzerindeki tarihi kayıtlar efsane konusu olmuştur. Bizzat yakın zamanlarda Lecce ve Salerno üniversitelerinde katıldığım bir sempozyumda bile bunu tespit ettim.
CEM SULTAN TARAFTARI
Gedik Ahmed Paşa, Fatih’in Gebze sahrasındaki muhtemelen zehirlenerek ölümünden sonra derhal merkeze döndü ve şehrin asayişini Hayrettin Bey’in komutasındaki 8.000 askere bıraktı. Avlonya’da daha kuzeye doğru ilerlenecek seferi planlıyordu. Fatih’in ölüm haberi yüzünden İstanbul’a geldi. Gedik Ahmed Paşa, II. Bayezid’in taraftarı değildi. Onun, Cem Sultan’ın taraftarı olduğu biliniyordu. Osmanlı ricali arasında taht değişiminde herkesin tuttuğu bir aday vardır. Bu iş maalesef bir dengesizlik halinde devam edince Osmanlı tarihinin en önemli kardeş kavgalarından, daha doğrusu savaşlarından biri oldu.
TAHT REKABETİ, ENGELLEDİ
Otranto’da kalanlar aldıkları kaleyi savunmaya devam ettiler. Fakat savunma güçleşmişti. Bundan başka Avlonya’daki üs artık kullanılamazdı çünkü Arnavutlar da isyan halindeydi. Güney İtalya’ya çıkışın tamamlanmaması Osmanlı medeniyet tarihi açısından bir noksandır. Bayezid ilk anda bu seferden vazgeçmiş değildi fakat Cem Sultan ve Bayezid rekabeti artık Osmanlı kuvvetinin İtalya’ya çıkışına engeldi. Papa IV. Sixtus ve Floransa arasındaki kavga da Otranto’dan sonra durulmuştu. Cem’i Rodos Şövalyelerinden ele geçiren Papa VI. Alexander’ın ise hem Vatikan’ın yıllık bütçesini oldukça besleyen fidyeyi Bayezid’den alması sadece İtalya’yı değil, 20 yıl boyu Endülüs’teki İspanyol ilerlemesinin durdurmak için de bir engel teşkil etti. Türk donanması ancak bazı Endülüslüleri Mağrib’e taşımak için yardımcı olabildi. Kardeşler arası taht kavgasının gerçek bir facia olduğunu en kesin şekilde açıklayan bir olaydır.
TÜRKLERLE İLGİLİ İKİ ANI
Fatih, Rodos’u alamamıştı, Macarların elindeki Belgrad’ı da alamamıştı. Bayezid’in bu sıkışık saltanatı boyunca Memluklarla aktif bir şekilde ilgilenmedi. Yerine tahta geçen torun Yavuz Selim Han ise bilindiği gibi Memluklarla ve İpek Yolu’nun en önemli merkezi Suriye, Filistin ve Mısır’la ilgilendi, oraları sekiz yıllık saltanatı boyunca fethetti. Son seferinde niçin Rumeli’ye doğru çıktığı tartışmalıdır. Belki Kanuni’nin yaşaması gereken bazı tecrübeler vardı. Padişahların seferi her zaman açık amacıyla ilan edilmez. Tıpkı Fatih’in, Gebze’den donanmayı Marmara kıyılarından kullanarak İtalya’ya geçeceği ölümüne kadar bir meçhuldü.
İtalya’nın üzerindeki bu Otranto cengi, İtalyan devletleri arasındaki rekabeti durdurdu. Otranto seferinin başında kavga duruldu. Hatta VI. Alexander’ın israfı bile Bayezid’in ödediği Cem fidyesi yüzünden çözümlenmiştir. 1480 Otranto Seferi İtalya’da Türklerle ilgili iki anı bıraktı. Birincisi Puglia’daki Türk kalıntıları, ikincisi kaledeki 8.000 esirden birçoğunun I. Ferdinand’ın Napoli ordusunda istihdamı konusundaki çok belirgin olmayan söylenti ama asıl entelektüellerin aydınlanma tarihinde İtalyan sanatının, resminin, kültürünün Fatih’in İtalya’yı fethi yoluyla Türkiye’ye daha hızlı girmesi düşüncesi bu seferle hitama ermesidir.